Vissi d’amore

 

Ilgın Yıldız

 

Her şey uzak - ve çember kapanmıyor hiçbir yerde.

Rilke, Orpheus’a Soneler 

Bütün dünyanın aksadığını görünce o da keyfinden dansa başlamış.

Frank Wedekind, Lulu

Entropi gereği gelecek hatırlanamaz ama sen yaşlılığını hatırlıyorsun. Sabah vakti perdelerin ardından süzülen antik gün ışığıyla beraber uyandığında. Gözünü açtığında hafızanın ışımasıyla beraber beliriyor yaşlılığının anısı. Çirkin, güzel, çelimsiz, bitkin o yaratık. Gezegenin özel bir ânında, mesela Kambriyen’desin ama alelade bir canlısın, gözlerin henüz oluşmuş. Görüntü inatla bulanık, dengesiz, sersemlemiş, başka tarihlere ve anlamlara açıldığını, açılacağını ima ediyor. Bunu bir tehdit gibi algılıyorsun, tepeden tırnağa, bütün vücudunla. Belki 500 milyon yaşındasın, belki 397. Belki 439 yılındasın, belki 2386. Yaşlılığın sürüyor, sürünen, sürüngen bir şey.

Ötelerden gelen sesi zihninde doğru yere yerleştirmelisin. Bu ses bir erkeğe, bir kadına, bir hayvana ait. Yaşlı birine, bir gence, bir çocuğa. Evet, kızın bu. Sana sesleniyor. Kalkmalı, giyinmeli, onu okula bırakmalı, işe gitmelisin. Yanan gözlerini ovuşturuyorsun. Dün geç yattın –hiç niyetin olmadığı hâlde bir şişe şarabı bitirdin. YouTube videoları izledin, her zamanki şeyler. Eşek şakaları, korkutmalar, sabah rutinleri, gece rutinleri, reality kavgaları, minimalist yaşamlar, maksimalist yaşamlar, istifçiler, karavanda yaşayanlar. Okaliptus ağaçlarıyla çevrili, ferah bir açıklıkta. Sonra meditasyon videoları. Arka fonda meditasyon videoları oynarken ev işi yapmanı anlayamayan kocan. Böyle meditasyon yapılır mı? Bulaşık yıkarken? Elbet yapılır.

Bir meditasyon videosu açıp geceden hazırladığın gömleği ve pantolonu giyiyorsun. Kızının odasına girdiğinde mavinin tonları gözlerini kamaştırıyor. Mavi duvarlarda dans eden mavi gece lambası ile mavi perdelerden süzülerek yine mavi duvarlara vuran gün ışığının bileşimi. Mavi tütü eteğini giymek isteyen kızın. Mavi tütü eteği kirlide, onu vazgeçirmeye çalışıyorsun. Roketli tişörtünle kot şortunu giysen veya mavi kedili elbiseni. Bu tütü eteğin kız çocuk giyiminde rekor satış rakamına ulaştığını söyleyen mağazacı arkadaşın. Kocanla ayrılma kararı almanızın ardından mesaj attığın, gelmesini, kendini kötü hissettiğini söylediğin, Çok kötüyüm, gerçekten diye yazdığın, isteğini geri çeviren ve sebep olarak Cidden kafam kaldırmıyor diyen arkadaşın. O mesajı hâlâ saklıyorsun ve gülümsemek için okuyorsun bazen. Kızına Bugün mavi eteğini giyemezsin, kirlide diyorsun. Sızlanmaya devam ediyor. Yalvarmaya mecalin yok. Boynun ağrıyor. Onu kendi haline bırakıp banyoya, makyajını yapmaya gidiyorsun. Makyaj yapmaktan vazgeçiyorsun. Kızının yatak odana girdiğini, bir albüm koyduğunu ve dans ettiğini duyuyorsun. Bir süre aynada yüzünü inceliyorsun. Gözlerinin etrafı çatallı ve damarlı yollar. Makyaj yapmaya karar veriyorsun. Eski bir ayine katıldığın hissi. Antik Mısır mezarlarında bulunan makyaj setleri. Boya, boya, boya. Çeşitli boyalar. Antik Mısır’da kadınlar kaç yaşına kadar boyanırdı, bir yaş sınırı var mıydı. Yaşlı Mısırlı kadınlar makyaj yapar mıydı. 1996 yılında 121. doğum gününü kutlayan Jeanne Louise Calment’in fotoğrafları. Onları görünce ne hissetmiştin. Yaşlı bir kadın ve makyaj tuhaf bir ikili. Bu ikiliye bazen sokakta rastlıyorsun. Yaşlı bir kadın, yüzü boya içinde. Fotoğraflarda Calment’in makyajı yoktu ve gözleri tenine has pembeliklerle, pembenin tonlarıyla çevriliydi. Teni. Sigara içiyor muydu. Canın sigara çekiyor. Yaşlandıkça gözler küçülüyormuş. Hayır, gözkapakları düşüyormuş, gözlere küçülmüş izlenimi veriyormuş. Gözler görünüyor, izlenimler veriyor, fotonları yakalıyor. Göz açgözlü bir avcı, tek bir fotonu bile yakalıyor, ışık zerrelerini bile görebiliyor, öyle demişti kocan. Sen de şöyle sormuştun, Neden evden gitmiyorsun. Madem ayrıldınız, neden evi terk etmiyor, sen neden evi terk etmiyorsun, ev neden terk edilemeyen bir şey, burada ne yapıyorsunuz.

Dudaklarına mercan rengi bir boya sürdükten sonra kızının odasına giriyorsun. Kirliden çıkardığı mavi eteğini giymiş. Dün akşamki gibi. Dün akşam kızınla beraber yatağına oturmuş, kitap okumuştunuz. Evcil hayvanlarımızı emanet ettiğimiz klonlarımız, biz başka işlerle meşgulken onlara göz kulak oluyor, onlarla oynuyor, onları besliyor. Onlara sevgi veriyor. Kitapta başka bir şey olmuyor. Eteğini yıkamamız gerek, kirlendi. Hayır anne. Okula kirli etekle gidemezsin. Neden anne. Çünkü kirli etekle dolaşılmaz. Neden ki. Cevap vermemiştin, kızın yataktan çıkıp duvara yaslı albümleri karıştırırken, klon kitabının devamını tek başına, yüksek sesle değil, içinden okumuştun. Onu belki beşinci, belki onuncu kez baştan sona okuduktan sonra kızına demiştin ki, Bir gün yanında olamayabilirim, biliyorsun değil mi. Neden anne. Bunu ona söylemeliydin, söylemen gereken şeyi, nasıl söyleyeceğini bilmiyordun ama söylemen şarttı. Bir gün bu dünyada olmayabilirim demiştin bu kez. Derken bencilliğin çarpmıştı yüzüne, bu sözlerin çırılçıplak şiddeti. Bunu ona nasıl açıklayabilirdin. Son bir defa denemiştin. Bir gün beraber olamayabiliriz. Gün gelir, insanlar ayrılır, istemeden. Bunu her nasılsa rahatlatıcı bir açıklama gibi algılayan kızın. Başını yeniden albümlere çeviren, şimdilik gizli tuttuğu bir amaç için plak seçmekle meşgul, seninle ilgilenmeyen kızın. Tamam anne. Hemen her cümlesinde bir anne. Ömrü büyük ihtimalle senden uzun olacak bir canlı. İstatistiklere göre doğan çocukların yüzde sekseni ebeveynlerinden uzun yaşıyor. Çocuklar birer dua gibi, lanet gibi, çeşitli şeyler gibi geride kalıyor, ebeveynleri için ebedi bir yasa dönüşen dünyada. Eskiden bazı Aborjin topluluklarında anneler çocuklarını dünyaya vasiyet ettikleri bir lanet gibi anlarmış, hayır, anarmış ve o zamanlar dünya ile insan varoluşu pek de farklı şeyler değilmiş. Hayır –çocuklar annelerini dünyaya vasiyet ettikleri bir lanet gibi, dünyanın gerçekleştirmesini umdukları bir lanet gibi anarmış ve o zamanlar insan varoluşu ile dünya birbirinden bambaşka şeylermiş. Hayır –eskiden bazı İnuit topluluklarında anneler çocuklarını doğurunca onların yasını tutarmış. Hayır, aslında bizzat anneler kendi kendilerini birer yas olarak anlarmış ve anarmış. İstatistiklere göre, dünyanın en uzun yaşayan, en yaşlı kadınlarının yüzde kaçı yas tutuyor. Bir yas onları buraya, bu varoluşa çivilemeseydi, bu kadar uzun yaşayabilirler miydi. Belki onların ömür saydığı şey uzamış bir yas, kanıksanmış, derli toplu bir yastı. Kocan ebedi aşkı bulduğunda ve ayrılma kararı aldığınızda yas tutmadın. Halbuki ayrılıkların yasının tutulması gerektiği söyleniyor. Ayrılıkların da ölüm gibi deneyimlenebileceği, doğru yas tutmanın çok önemli olduğu, yoksa insanı ebediyen sakat bırakabileceği.

Geç kalıyorsun. Evden çıkmadan önce kedinin mamasını ver. Mama tıkır tıkır sesler çıkartarak kaba dökülüyor. Kedi transa geçmiş gibi, müthiş bir kayıtsızlıkla camdan dışarı bakıyor. Onu çağırıyorsun ama tepki vermiyor. Hadi diyorsun. Yesene. Kızın içeriden sesleniyor, Yaşlandığı için kulakları duymuyor, anne. Kedinin bütün gün evde yalnız kalacak olması, her sabah taze bir suçluluk duygusu. Elinde mama kabıyla dikiliyorsun. Şu anda dünyada kaç tane evcil hayvan evde yalnız. Kediler, köpekler, kuşlar, balıklar, kaplumbağalar. Kızının kitabı. Hayvanlarımızı emanet ettiğimiz klonlar. Gelecekte klonlardan oluşan bir bakıcı şirketi kurulmalı. Evde yalnız kalan hayvanlarımıza eşlik eden klonlarımız, yaşlanmayan bedenlerimiz. Dolaplarımızda tuttuğumuz suretlerimiz. İhtiyacımız olduğunda dolaplarımızdan çıkarıp düğmelerine bastığımız, bir ışıkla beraber canlanan, yeşil, plastik, çelik, donuk gözlerini açan klonlar. Kambriyen’de gözlerini açan o canlılar gibi.

Kızınla beraber evden çıkıyorsun. Asansör, garaj, araba. Otomatik sabah dansı. Hemen her sabah radyoda dinlediğiniz sohbet programı, bu sabah sürüngenlerle ilgili. Çok iyi biliyormuş gibi, kızına sürüngenlerden bahsetmeye kalkıyorsun, haberler araya giriyor, kaçarcasına diğer kanala atlıyorsun, Mozart, klarnet konçertosu, ahenkli sesiyle bir radyocu. Geçen kış kocanla beraber aldığınız klarnet albümü, klarnete merak sarmanız, Mozart sevmemesi. Kocanın gerçek aşkı enstrüman çalıyor mu, makyaj yapıyor mu, seni biliyor mu. Seni anlıyor mu, seni anıyor mu. Bildik benzincinin bildik köşesinden dönüyorsun, okula on dakika geç kaldınız. Önemli değil. Gencecik ve heyecanlı şu kızıl saçlı öğretmen, hani kızının arabadan iner inmez kollarına atıldığı. Bugün geciktiğiniz için kapıda yok. Kızın hayal kırıklığına uğramış bir halde arabadan iniyor, başını eğerek camdan bakıyorsun, koşarak binaya girmesini ve gözden kaybolmasını izliyorsun, sonra nedense biraz daha bekliyorsun, derken bir de bakıyorsun, yeniden yola çıkmışsın bile. Bildik bankanın gri, soğuk, çirkin, zebellah binası. Gençliğinin bedeni. Bildik çiçekçinin durduğu köşeye vuran bildik turuncu güneş ışığı. Bildik eczanenin yanından girdiğin bildik işyeri otoparkı. Bildik park yeri. Kulaklıklarını takıyorsun. Bildik asansör, bildik çalışanlar, bildik gülümsemeler ve günaydınlar. Gülümsemiyorsun, günaydın demiyorsun. Koridoru hızla geçiyorsun ve odana giriyorsun.

Kulaklığını ve montunu çıkar, çantanı kapının yanındaki sandalyeye at. Bilgisayarı uyandır, inen koltuğunu yükselt, saçlarını atkuyruğu yap, e-postalarına bak, hemen cevap verilmesi gerekenlere cevap ver, diğerlerini yıldızla. Ağrıyan boynunu ov. Acı çeken bedenini rahatlatmaya çalış. Bedenin hep acı çeken bir şey olmasını düşünme, hayatın bir yaştan sonra sadece acı olduğunu düşünme, aslında hep öyle olduğunu ama yaşlanınca bunu en sonunda idrak ettiğini, kabullendiğini, kabullenmek zorunda kaldığını düşünme. Bütün bunlar insan türünün bunca zaman boyunca dayanmasının, tutunmasının, sürmesinin yanlışlığını fısıldamasın sana. Hayat bir mucize diye düşün. Mucizevi. Bir büyü. Önünde akıp giden, paranın türlü hallerini simgeleyen sayılara odaklan, canavarsı sekiz saate teslim et kendini, ağzını kocaman açmış, konik dişlerini, tok ama tehditkâr o bıçakları sergileyen bir timsah gibi bekliyor. Önüne çıkan her şeyi ezerek geçsin gitsin, yarın ve sonraki gün ve sonraki gün geri dönmek üzere. Zamana karışan sayılar, sayılar, sayılar. Para. Ödenmiş, ödenmemiş, ödemesi gecikmiş para, teminatlar, opex-capex, gelirler. 327, 987, 1236, 0981, 87, 123, 367. Şemalar, diyagramlar, dosyalar, .ppt dosyaları, .cvs dosyaları, SAP raporları, IBM Cognos verileri, sayın bilmem ne hanım, bilmem ne bey, zaten Teams görüşmesinde detayları hallederiz, saygılarımla, iyi çalışmalar, bilgilerinize, kolaylıklar dilerim, belki bir iki gülücük, belki bir iki hâl hatır, ülkede yaşanan sarsıcı olaylarda ve önemli günlerde bir iki dayanışma ve beraberlik sözü. Kulaklıklarını tak. Mozart. Öğle arası. Clarinet Concerto in A Major, K 622: II. Adagio. Deutsche Kammerphilharmonie Bremen. Binadan çık. Gün ışığı arsızca vursun yüzüne. Yanan gözlerini ovuştur, canın sigara çekiyor ama içme, sigarayı kızın için bıraktın. Yürü. Var. Kulaklıklarını çıkar. Bildik restoranın bildik hasır sandalyeleri, televizyon sesi, zeytinyağlı tabağı ve tatsız çay. Canın sigara ve kola, viski ve sigara, sigara ve bira çekiyor ama içme. Kulaklıklarını tak. Tosca, S. 69, Act II: Vissi d’arte, Maria Callas. Yürü. Var. Odana gir, kulaklıklarını çıkar, montunu sandalyeye at. Aramalar ve e-postalar. Son beş yılın gelir kalemleri konsolide tablosu lazım. Timsah. Konik dişler. Vedi, le man giunte io stendo a te! Kocanı ara. Okula gitti mi? Çocuğu aldı mı? Çoktan. Evdeler. Neden hâlâ evde. Neden evi terk etmiyor. Ebedi aşka, gerçek aşka rağmen. Onu bulmasına rağmen. Onu ne anlıyor ne de anıyor. Kızınla müzik dinliyorlar. Yemek yapıyorlar. Geç kalacaksın. Zaman, ucu gelmeyen, döne döne açılan, sürüp giden yumak. Penelope’nin örüp söktüğü kefen. Sadık bir eş. Sadakat konusunda hiç sıkıntı çıkarmadın, asla. Bir an duruyorsun, ara veriyorsun, geriniyorsun. Boynun hâlâ ağrıyor. Camdan dışarı değil, camdaki yansımana bakıyorsun, sonra öteye, İstanbul kışının pusuna, yolun uç tarafındaki yüksek binaların kâh titrek kâh kararlı ışıklarına, ikinci, onuncu, yirmi beşinci katlardaki esrarengiz insan siluetlerine. Zebellah. İşi bitir, gerekenleri yolla, Tosca. Partir dunque volete? Si, per sempre! Si adempia il voler vostro. E qual via scegliete? La più breve! Çantanı al, odadan çık, asansöre bin, garaja in. Akıp giden yol. Trafik. Akıp giden yol. Trafik. Apartman. Garaj. Müzik. O dolci mani mansuete e pure. Carlo Bergonzi’nin sesini kes, kapat müziği. Çantanı al ve arabadan in. Asansöre binip eve çıkarken kızını çok özlediğini hatırla. Kanepenin yanındaki lambanın yarım yamalak, yaşlı ışığıyla aydınlanan kitabına gömülmüş kızını. Yemek kokusunu. Bir türlü evi terk etmeyen kocanın hazırladığı yemeğin kokusunu. Yatak odasından süzülen alçak sesli müziği. Das Rheingold. Hayır, Don Giovanni belki. İronik bir şey. Hayır, Mozart sevmiyor. Kızını yatırdıktan sonra film izleyeceksiniz. Açıklamasında “güçlü kadın karakter” yazmayan bir şey. Carlo Bergonzi 2014’te öldüğünde 90 yaşına yeni girmişti. Uzun, çok uzun, bitmeyen örgü, kefen, Penelope. Carlo Bergonzi’nin babası Parmesan peynircisiydi. Yemekte lazanya olacak. Bergonzi’nin Ernani’deki makyajı, vurgulu kaşları, kararlı ama yumuşak bakışları.

Eve giriyorsun, mutfağa girmeden, elini kaldırarak kocana selam veriyorsun, doğruca kanepeye, kızının yanına atıyorsun kendini. Saçlarını okşuyorsun, sarılıyorsunuz. Kedinin mamasını verdin mi? Hayır anne. Neden? Acıkmamış. Emin misin? Evet. Kaçamak bakışlarından emin olmadığı anlaşılıyor. Dikkatini önündeki kitaptan ayırmadan, Kitap bitince dans gösterimi izleyeceksiniz diyor. Müziğimi seçtim. Ama önce kitabı okuyalım. İtiraz etmiyorsun. Uzanıp kitabın kapağına bakıyorsun. Sonsuz Sevgi. O kitap. Evcil hayvanlarımızı emanet ettiğimiz klonlarımız. Sonsuz bedenlerimiz. Kanepeye uzanıp başını kucağına koyan kızınla beraber kitabı yeniden, belki yirminci, belki yüzüncü, belki bininci kez baştan sona okuyorsun. Turuncu ışığın usulca süslediği kızının yüzüne, yaşamın ve ölümün, geçmişin ve geleceğin aynı anda ışıldayıp solduğu ve anlamını yitirdiği o yüze baktığında uyumak istiyorsun, uzun ama çok uzun bir uykuya dalmak. Uykusunun geldiğini anlıyorsun. Onu kaldırıp yatağına götürürken, Ama dans gösterim diyor. Yarın diyorsun. Yarın yaparsın.

Filmi açıyorsunuz ama izlemiyorsun. İki saat boyunca başka bir yerdesin. Bir ara kocana dönüp şöyle diyorsun, Sevme işini toptan klonlara havale ediyoruz, o yüzden hiç bitmiyor. Yeni anladım. Gözlerini ekrandan ayırmadan soruyor, Sonsuz Sevgi’yi mi okudunuz? Başını sallayarak onaylıyorsun. Kaçıncı oldu? Cevabı bilmediğin için bir şey söylemiyorsun. O da bir şey söylemiyor. Nedense düşünüyor. O düşünürken dalgın gözlerine bakıyorsun ve kendi gözlerini düşünüyorsun. Onun yüzüne vuran televizyon ışığının her bir zerresini gerçekten yakalayabildiğini hissediyorsun. Bir anda bu kadar çok şey yapabilmen olağanüstü bir şey. Hayat bir mucize. Kambriyen. Yaşam bir büyü. Dans gösterisi.

Yarın sabah altıda kalkacaksın.

Zebellah.

Film bitiyor. Kocan kanepeden doğrulurken, Klonlara havale edince aynı şey olarak kalmaz diyor. Başka bir şeye dönüşmüştür artık. Yaşlı ışığı kapatıyor.